Yamanlar Dağı’nda sıkça vakit geçiren biri olarak yıllardır geçerken uğradığım, sisli zamanlarda dolaşırken fazladan keyif aldığım sanatoryum her geçen gün biraz daha kaybolurken blog’un Zaman/Mekan bölümünde olması gerekiyordu tabii ki. Bir dönem yoğun olarak kullanılan benzer tarzdaki sanatoryum yapıları, tedavi yöntemleri değişince neredeyse tüm ülke genelinde kaderine terk edildi. İnşa edildiği dönemlerin izlerini, anılarını taşıyan bu yapılar, günümüzde birer metruk alan.
İktisat Kongresi için İzmir’e gelen Mustafa Kemal Atatürk’ün talimatıyla Dr. Behçet Uz tarafından kurulan Veremle Mücadele Cemiyet-i Hayriyesi, ilerleyen dönemlerde bu alanda bir sağlık kampı oluşturmuş. Sık ağaçların içerisinde denizden 732 metre yükseklikte kurulan bu kamp, 1950’li yıllarda bir tesise dönüştürülmüş. Mimar Akif Kınay tarafından tasarlanan sanatoryum yapısı, yemek salonu ve gazino gibi ek tesisler ile beraber günümüzdeki halini almış. 1960’lı yıllarda verem hastalığının büyük ölçüde tedavi edilebilir hale gelmesiyle tesis, Kızılay’a devredilerek otel olarak işletilmeye başlanmış. Yaklaşık yirmi yıl sonra ise yapıların tümü kamp personeli tarafından kullanılmış.
Sanatoryum binası mimari olarak İzmir’de dönemin uluslar arası stilde karakteristik örneklerinden biri olması sebebiyle ayrı bir öneme sahip. Son gezdiğimde sökülen tüm harici donatılar sebebiyle betonarme bir yapıya dönüşmüş tesiste, belki de bu yüzden dikkatimi yüzey kaplamaları çekti. İç mekan zeminlerinde kullanılan farklı renk ve desenlere sahip karo taşları, bununla ilgili ayrıca bir yazı ya da galeri oluşturulabilir.
Geçtiğimiz Nisan ayında Dumanlıdağ’da rastladığım bir yazıtın ne olduğunu araştırırken, Ersin Doğer’in 1995’te yayınlanan “Some Boundary Stones in Southern Aiolis” isimli makalesine denk geldim. Üzerindeki Herakleia, Melanpagos ve Palaudis? yazılarıyla bölgedeki kentlerin mülkiyet sınırlarını belirleyen ve en son yaklaşık yirmi yıl önce belgelenen bu sınır taşlarının mevcut durumlarını gözlemleyebilmek amacıyla, tahmini konumlarını basit bir çizimden 1:25.000’lik haritaya, oradan da GPS’e aktarıp ilk izin günümde Göktepe’ye gittim. Bende keyifli bir merak uyandıran antik sınır taşları, yeniden keşfetmek için güzel bir aktiviteydi. Araziye çıkınca makaledeki coğrafi betimlemeler ve olası konumlar çevresinde epey dolaştım, muhtemel taşların üzerinde yaklaşık 15 santimetre boyundaki harfleri aradım. Pes etmeye yakın yolda karşılaştığım bir çobanın bana yardımcı olabileceğini umarken, henüz soru soramadan önceki tekinsiz define muhabbetleri sebebiyle kendimi geri çektim. Bu zihniyetle hareket eden birinden alacağım yardım, belki henüz sağlam olan kalıntılarda tahribata yol açacaktı. Bu his maalesef sonraki süreçte beni tek başıma ilerlemeye sevk etti. Sonraki günlerde de dolaştığım arazide, küçük taşlarla çevrili ağıllar ve köpeklerin yaklaştırmadığı bir tepe hariç adım atmadığım nokta kalmadı.
Yaklaşık üç ay sonra güzel bir tesadüf, Ersin Doğer ile görüştüm. Çevredeki arkeolojik tahribatın boyutlarını bilen biri olarak günümüze ulaşmış olma ihtimali konusunda pek umutlu değildi. Bahse konu makalesinin bir kopyasını güzel bir temenni ile imzalatıp, teşekkür ettim. Bu konuşmanın ardından işim gereği takip ettiğim bir arkeoloji söyleşisinde aldığım bazı notların, George E. Bean’in “Aegean Turkey; An Archaeological Guide” kitabının önsözünde yer alan Bean hakkındaki bazı gözlem notlarıyla örtüştüğünü farkettim. Üçüncü kez gittiğim Göktepe’de bu sefer direkt araziye gitmek yerine köy kahvesine oturdum. Sandığım kadar kolay olmadı tabi. O ona, diğeri öbürüne, epey dolaştım muhabbet ettim. En son bir yere varamayacağıma ikna olup pes edecekken, uzakta bir masadan tebessümle beraber bir el kalktı; Gel kardeşim, bi çay iç.
Çaylardan birer yudum aldık, ben henüz konuyu açmadan bir kısmını zaten bildiğim pek çok detayı konuşur olduk. Neredeyse yirmi yıllık süreçte yapılan yeni yol ve yakında zamanda başlayan çeşitli arazi düzleme çalışmaları sebebiyle hasar görme ya da yok olma ihtimallerinin çok yüksek olduğunu söyleseler de, birbirine yakın iki sınır taşını aramak için beraber araziye çıktık. İlk noktaya giderken gerçekten de dozerle yakın zamanda tamamen düzlenmiş bir araziden geçince, eyvah dedim. Arazinin ortalarına geldiğimizde biraz daha kuzeye doğru yürümeye başlayınca, tariflere uyan bir noktada ilk sınır taşına ulaştık. Üzerindeki yazılar sınır taşını bilmeyen birinin dikkatini çekemeyecek kadar deforme olmuştu. OPIAME ΛANΠAΓITΩN yazısının ikinci kısmı parmakla takip edilerek okunabiliyordu. Muhtemelen defineciler tarafından etrafı kazılırken yönü değiştiği için yazı yüzeyi yosunlanmıştı. HPAKΛEΩTΩN yazan diğer yüzü muhtemelen daha okunaklı kaldığı için maalesef tahrip edilmişti. Detay fotoğraflarından genele geçince, Göktepe’ye ilk geldiğimde taşın yaslandığı meşe palamutlarının arkasındaki patikadan geçtiğimi farkettim.
İlk sınır taşının yaklaşık 750 metre güneyindeki tepede yer alan düzlüğe vardığımızda hepimiz şaşırdık. Onlar taşın bulunduğu yerden 15 metre kuzeye doğru gidip ağaca yaslanmış olmasına şaşırdı, benimki ise biraz farklıydı. Buraya ikinci gelişimde taşın üzerindeki tahribat sebebiyle bunun aradığım şey olduğunu tahmin etmiştim, ancak üzerinde yazılı bir yüzey göremediğim için emin de olamamıştım. Bu sefer taş başka bir yöne yatık olduğu için doğuya bakan yüzündeki MEΛA[N] ΠAΓITΩN görünür tarafta kalmıştı. Sınır taşının olması gereken yer, iş makinesiyle kazılmıştı. Zaten o büyüklükte bir kaya insan gücüyle bu kadar uzağa gidemezdi. Köy kahvesinde dinlediğim neredeyse her gün karşılaşılan kaçak kazı girişimleri ve son zamanlarda sayısı artan arazi düzleme, teraslama çalışmalarından sonra açıkcası bu iki sınır taşını görebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum.
Yıllar önce kısa süreli bir Singapur ziyaretim olmuştu. Ekvatorun yaklaşık 130km kuzeyinde, Malay Yarımadası’nın güney ucunda yer alan bu ada ülkesini hak ettiği biçimde gezemesem de en eski tapınaklarından birini ziyaret etme şansı bulmuştum. Oldukça sıcak ve nemli olarak hatırladığım o günleri haklı bir #throwbackthursday başlığı diyerek yazmak istedim. Üzerinden uzun zaman geçtiği için Singapur hakkında, internette kolayca bulabileceğiniz genel güncel bilgilere değinmiyorum, zira bizim gezdiğimiz zamanlarda şöyleydi böyleydi.
Tapınağın bulunduğu Telok Ayer Caddesi, 19. yüzyılda denize bakan bir sahil imiş. Günümüzde Outram olarak adlandırılan bu bölge, sömürge şehir plancılarının başlangıç noktasıyken, kıyı ıslah çalışmalarıyla beraber yerleşim buradan iç bölgelere doğru genişlemiş. Bugünkü içerik başlığımız Thian Hock Keng Tapınağı, günümüzde Chinatown’un en havalı mekanlarının ortasında yer alıyor. Bölgeye gelen ilk Çinli göçmenler burayı, Güney Çin Denizi’nin sert dalgaları üzerinden güvenli geçişleri için şükran sunmak adına Deniz Tanrıçası Mazu’ya adamışlar. 1821 yılında sahile inşa edilmiş küçük bir Joss House, yani küçük bir Çin tapınağı örneğiyken, Hokkien topluluğu önde gelen üyelerinin desteğiyle, 1839 yılında tekrar inşa edilmiş. İnşaat malzemeleri ve Mazu heykelinin Çin’den geldiği tapınak, Singapur’un en eski Çin tapınağı.
Tapınak içerisinde yasak olan fotoğraf çekmenin ciddi yaptırımlarını, benden cesaretli davranan bir kaç kişinin üzerinde görünce, o kargaşada çekebildiğim iki-üç kareden kayda değer yalnızca bir kare elde edebilmişim. Geleneksel Çin tarzındaki dikkat çekici mimari detaylar, ejderha ve anka kuşlarının ayrıntılı oymalarını içeren tapınak, 1973 yılında ulusal anıt olarak ilan edilmiş, bu süreçte bir çivi dahi kullanılmadan geleneksel yöntemler tercih edilerek restorasyon geçirmiş ve bu sebeple 2001 yılında UNESCO-Asya Pasifik Kültürel Mirasın Korunması dalında ödüle layık görülmüş. Modern ve eski mimarinin bir arada bulunduğu bölgedeki tapınağın arka kısmında ayrıca Merhamet Tanrıçası, Guanyin’e adanmış küçük bir tapınak daha bulunmakta.
blog, ailemden ve işimden kendime kalan zamanı değerlendirdiğim aktiviteleri içermekte. somut kültürel miras olarak nitelendirilen arkeolojik alanlar ve yapıları ziyaret etmeyi, bazen de yeni detaylar bulup belgelemeyi severim. bunları yaparken çoğunlukla yürürüm ve yeni yemekler denemeye çalışırım.
Sitede yayınlanan tüm fotoğraflar telif hakkı ile korunmaktadır. Akademik çalışmalar, fotoğraf üzerinde uygulama yapmamak kaydıyla kaynak göstererek kullanabilir. Sitede yer alan fotoğraflar özet niteliğindedir, konuma ve konuya ilişkin detaylı arşiv bulunmaktadır. Ticari ve diğer türde kullanımlar için lütfen iletişim kurunuz. e-posta; info (at) cagataytitiz.com