Sınır Taşları (I) Göktepe

Perşembe, Kasım 9, 2023

Geçtiğimiz Nisan ayında Dumanlıdağ’ın üst taraflarında rastladığım bir yazıtı araştırırken, Ersin Doğer’in 1995’te yayınlanan “Some Boundary Stones in Southern Aiolis” isimli makalesine denk geldim. Üzerindeki Herakleia, Melanpagos ve Palaudis? isimleriyle antik dönemdeki üç kentin mülkiyet sınırlarını belirleyen bu taşlar, en son neredeyse yirmi yıl önce belgelenmişti.

Taşlarla ilgili güncel bir bilgiye ulaşamayınca, tahmini konumlarını basit bir çizimden 1:25.000’lik haritaya, oradan da GPS’e aktarıp ilk izin günümde Göktepe’ye gittim. Bende keyifli bir merak uyandıran antik sınır taşları, tarihi yeniden keşfetmek için güzel bir aktiviteydi. Araziye çıkınca makaledeki coğrafi betimlemeler ve olası konumlar çevresinde epey dolaştım, muhtemel taşların üzerinde yaklaşık 15 santimetre boyundaki harfleri aradım.

İlk gün pes etmeye yakın yolda karşılaştığım bir çobanın bana yardımcı olabileceğini umarken, henüz soru soramadan önceki tekinsiz define muhabbetleri sebebiyle kendimi geri çektim. Bu zihniyetle hareket eden birinden alacağım yardım, belki henüz sağlam olan kalıntılarda benden sonra tahribata yol açacaktı. Bu his maalesef sonraki süreçte beni tek başıma ilerlemeye sevk etti. Sonraki günlerde de fırsat buldukça dolaştığım arazide, küçük taşlarla çevrili ağıllar ve köpeklerin yaklaştırmadığı bir tepe hariç yürümediğim nokta kalmadı. Hatta ahmak ıslatan yağmurda denk gelen traktörle anıları tazelediğimiz zamanlar oldu. Bkz: Bazen ben de yürümüyorum.

Yaklaşık üç ay sonra güzel bir tesadüf, Ersin Doğer ile görüştüm. Çevredeki arkeolojik tahribatın boyutlarını bilen biri olarak taşların günümüze ulaşmış olma ihtimali konusunda pek umutlu değildi. Bahse konu makalesinin bir kopyasını güzel bir temenni ile imzalatıp, kendisine teşekkür ettim. Bu konuşmanın ardından işim gereği takip ettiğim bir arkeoloji söyleşisinde “köylerde arkeolojiye yaklaşımlar hakkında” aldığım bazı notların, George E. Bean’in “Aegean Turkey; An Archaeological Guide” kitabının önsözünde yer alan Bean hakkındaki bazı gözlem notlarıyla örtüştüğünü farkettim. Üçüncü kez gittiğim Göktepe’de bu sefer doğrudan araziye gitmek yerine köy kahvesine oturdum. İşler sandığım kadar kolay olmadı tabi. O ona, diğeri öbürüne, epey dolaştım kısmen boş muhabbet ettim. En son bir yere varamayacağıma ikna olup pes edecekken, uzakta bir masadan tebessümle beraber bir el kalktı; Gel kardeşim, bi çay iç. 

Çaylardan birer yudum aldık, ben henüz konuyu açmadan bir kısmını zaten bildiğim pek çok detayı konuşur olduk. Neredeyse yirmi yıllık süreçte yapılan yeni yol ve yakında zamanda başlayan çeşitli arazi düzleme çalışmaları sebebiyle hasar görme ya da yok olma ihtimallerinin çok yüksek olduğunu söyleseler de, birbirine yakın iki sınır taşını aramak için beraber araziye çıktık. İlk noktaya giderken gerçekten de dozerle yakın zamanda tamamen düzlenmiş bir araziden geçince, eyvah dedim. Arazinin ortalarına geldiğimizde biraz daha kuzeye doğru yürümeye başlayınca, tariflere uyan bir noktada ilk sınır taşına ulaştık. Üzerindeki yazılar, sınır taşı olduğunu bilmeyen birinin dikkatini çekemeyecek kadar deforme olmuştu.

OPIAME ΛANΠAΓITΩN yazısının ikinci kısmı parmakla takip edilerek okunabiliyordu. Muhtemelen defineciler tarafından etrafı kazılırken yönü değiştiği için yazı yüzeyi epey yosunlanmıştı. HPAKΛEΩTΩN yazan diğer yüzün muhtemelen alt tarafta kaldığını ya da tahrip edilmiş olduğunu düşünmüştüm, ancak öyle değilmiş. Aylar sonra, okunmayan yazılar kapalı havada belki daha belirgin gözükür diye düşünüp buraya tekrar uğradım. Bu yüzde yazılar yine okunmuyordu ancak, göremediğim tarafı fotoğraflama fırsatı buldum. Kendini güzel gizlemiş meğer. Etrafa dikkatlice bakınca, Göktepe’ye ilk geldiğimde taşın yaslandığı meşe palamutlarının arkasındaki patikadan geçtiğimi farkettim.

İlk sınır taşının yaklaşık 750 metre güneyindeki tepede yer alan düzlüğe vardığımızda hepimiz şaşırdık. Onlar taşın bulunduğu yerden 15 metre kuzeye doğru gidip ağaca yaslanmış olmasına şaşırdı, benimki ise biraz farklıydı. Buraya ikinci gelişimde taşın üzerindeki tahribat sebebiyle bunun aradığım şey olduğunu tahmin etmiştim, ancak üzerinde yazılı bir yüzey göremediğim için emin de olamamıştım. Bu sefer taş başka bir yöne yatık olduğu için doğuya bakan yüzündeki MEΛA[N] ΠAΓITΩN görünür tarafta kalmıştı. Sınır taşının olması gereken yer, iş makinesiyle kazılmıştı. Zaten o büyüklükte bir kaya insan gücüyle bu kadar uzağa gidemezdi.

Özellikle köy kahvesinde dinlediğim neredeyse her gün karşılaşılan kaçak kazı girişimleri ve son zamanlarda sayısı artan arazi düzleme, teraslama çalışmalarından sonra açıkçası bu iki sınır taşını görebildiğim için kendimi şanslı hissediyorum. 

Yorum Ekle